New York sokaklarında bir Türk kızı

New York’ta yerel sanatçıları tanıtmak ve desteklemek için eserlerine reklam panolarında yer verilen sanatçılar arasında ilk kez bir Türk sanatçı var. Yağlı boya tabloları yapan sanatçı Sanem Altaylı’nın eserleri 2 bine yakın reklam panosunda gösteriliyor. “Yolda yürürken kendi resimlerimi görüyorum” diyen Altaylı, “New York’ta yılbaşı öncesi dönemde aralarında turistlerin de olduğu milyonlarca kişi bulunuyor. Bu kimselerin yedi gün 24 saat eserlerimden bazılarını görebilmesi gurur ve heyecan verici” ifadelerini kullanıyor.

Geçtiğimiz günlerde New York’ta, yerel sanatçıları tanıtmak ve desteklemek için eserlerine reklam panolarında yer verilen sanatçılar arasında ilk kez bir Türk yer aldı. Başvurular arasından seçilen eserler, New York’un 5 bölgesinde 2 bine yakın reklam panosunda gösteriliyor. Yağlı boya tabloları yapan sanatçı Sanem Altaylı’nın New York temalı 9 eseri de binlerce başvurunun içinde öne çıkarak New York’ta 2 bine yakın reklam panosunda gösteriliyor. Sanatçı Altaylı’nın daha önce kara kalem çizimleri ve farklı eserleri Washington ve Azerbaycan’da da sergilenmişti. Ayrıca Altaylı’nın yağlı boya çalışmalarının yer aldığı ”Distractions” adlı sergisi de New York’ta bulunan Türkevi’nde de sanatsever ziyaretçilerini ağırlıyor. Biz de New York billboardlarında yerini alan ilk Türk sanatçı olan Sanem Altaylı ile mühendislikten ressamlığa uzanan hikâyesini ve eserlerini konuştuk.

Aslında elektrik-elektronik mühendisisiniz. Resme, yağlı boyaya, kara kaleme olan ilginiz nasıl başladı? Mühendislikten ressamlığa uzanan hikâyenizi dinlemek isteriz…

Uzun yıllar elektronik mühendisi olarak çalıştım. Aslında, geriye dönüp baktığımda sanat eğitimi almak istediğimi hatırlıyorum. Ancak lisede olduğunuz yıllarda, geleceğinizle ilgili en sağlıklı kararları verebilecek bir bilinçte değilsiniz. Çoğunlukla, çevrenizdeki genel eğilimle birlikte hareket ediyorsunuz. Dolayısıyla ben de herkes gibi üniversite sınavına girdim ve neticede mühendislik eğitimi aldım. Neyse ki çalıştığım projelerde çoğunlukla bir çizim görevi vardı. Dolayısıyla, doğrudan resim yapmasam da üç boyutlu dünyayı iki boyuta sığdırmaya çalıştığımız bir meslek hayatım oldu. Tam zamanlı resim yapmaya, 2012 yılında başladım. Çalışma hayatıma ara verdiğim bir dönemdi ve Washington’daki Smithsonian Institute’de karakalem dersleri almaya başladım. Kendimi 15 yıl gecikmeyle bir randevuya gitmiş gibi hissettim. “Keşke hep sanat okullarına gitmiş olsaydım” dedim. 2012 yılından beri, önce her boş anımı resim çizmeye ayırmaya çalıştım; kısa bir süre sonra resim yapmak tam zamanlı bir uğraşa dönüştü benim için. Şimdi ise önceliğim resim.

YAŞADIĞINIZ ŞEHİR İLHAM KAYNAĞINIZ

Eserlerinizde nelerden ilham alıyorsunuz peki? Ankara’dan Amerika’ya uzanan yolculuk eserlerinize de yansıyor mu?

Ressamların hayatlarını okuduğumda, onların tamamını “ressam” kümesinde toplasak da aslında her birinin başka bir güdüyle, başka bir amaca yönelik olarak resim yaptığını görüyorum. Bu kadar çok sayıda tarz ve akım olmasının bir nedeni de bu belki. Ben, en yalın anlatımıyla, gündelik hayatta tanık olduğum tesadüfi anları, başkaları da benim açımdan görebilsin diye resim yapıyorum. Metroya biniyorsunuz, bir stadyuma gidiyorsunuz, bir lokantada yemek yiyorsunuz… O an orada, tamamen tesadüfen bir arada bulunan çok sayıda insan, hayatta bir daha yaşanmayacak bir kompozisyon ortaya koyuyorlar. O anı hatırlayıp, zihninizde kalanlarla biraz manipüle edip, şekillere döküyorsunuz. Nesnelerin ve kişilerin şekillerini bozabilirsiniz mesela. Sanırım resim yaparken en hoşuma giden şey işte bu renkleri seçebilme, şekillerle oynayabilme özgürlüğü.
Çevrede olup bitenlerin resimlerini yapma iddiasındaysanız, yaşadığınız şehir başlıca ilham kaynağınız oluyor. New York kalabalık ve çok renkli bir yer, bundan etkilenmemek mümkün değil. Üstelik bazı şehirlerin ağırlıklı renkleri oluyor. Örneğin Bakü nispeten tenha, ve sepia renklerin ağırlıklı olduğu bir şehirdi benim için. Ben Bakü’yü öyle görürdüm ve öyle çizdim. Bakü’de yaptığım resimlerde bir durgunluk hissi olduğunu düşünüyorum hep. New York ise benim için neon renklerin ağırlıklı olduğu, nesnelerin birbiri üzerine yansıdığı ve gerçeklikle olan bağlantılarını katman katman yitirdiği bir şehir. Burada yaptığım resimlere baktığımda, resmettiğim tesadüfi anla aramda daha fazla mesafe olduğunu hissediyorum. Ankara’da doğdum, çok uzun bir süre orada yaşadım. Şimdi bir Ankara serisi yapmayı hedefliyorum. Ankara’yı düşündüğümde şu anda aklıma gelen ağırlıklı bir renk, temel bir şekil yok. Ama oraya gideceğim, sokaklarda dolaşacağım. Çocukluğumun geçtiği yerlerde; ailemle, arkadaşlarımla vakit geçirdiğim mekânlarda tanıdık bir his uyanacak. O an orada bulunan insanların ve nesnelerin kompozisyonu aklımda kalacak ve bir resme dönüşecek. O resmi başkaları da beğenirse, ne mutlu bana.

YOLDA YÜRÜRKEN KENDİ RESİMLERİMİ GÖRÜYORUM GURUR DUYUYORUM

New York billboardlarında yerini alan ilk Türk sanatçı oldunuz ve reklam panolarında dokuz eseriniz sergileniyor. Resimlerinizi sokaklarda görünce neler hissediyorsunuz? İnsanların resimlerize tepkileri nasıl?
New York’ta kaldırım kenarlarında yaklaşık iki bin billboard var. Bunlar aynı zamanda yerel ressamların New York’la ilgili eserlerinin sergilenmesi amacıyla kullanılıyor. Yaklaşık altı ay önce resimlerimden bazı örnekler gönderdim. Bir süre sonra, resimlerimin seçildiği haberi geldi. İlk kez bir Türk ressamın eserlerine yer verileceğini ilettiler. Şu anda dokuz resmim New York’taki panolarda sergileniyor. Panoların şekli nedeniyle bazı resimlerin bütününe değil de o resimlerden bazı detaylara yer vermek zorunda kaldım. Yolda yürürken kendi resimlerimi görüyorum. Çok mutlu oluyorum. Bu projeden haberi olmayan bazı tanıdıklarım ve hatta beni tanımayanlar sokaklarda resimlerimle karşılaşıp hemen bana ulaşıyorlar.
New York’ta yılbaşı öncesi dönemde aralarında turistlerin de olduğu milyonlarca kişi bulunuyor. Bu kimselerin yedi gün 24 saat eserlerimden bazılarını görebilmesi gurur ve heyecan verici. Belki şu anda dünyanın başka bir köşesinden gelmiş birisi resimlerimden birinin önünde fotoğraf çektiriyor. Tam da resimlerimde anlatmak istediğim tesadüfi bir kompozisyon. Başta da söylediğim gibi, benim tanıklık ettiğim anları, başkalarına o perspektiften göstermek için resim yapıyorum. Bu bakımdan sokaklarda sürekli değişen, renkli ekranlarda eserlerimin sergilenmesi tam da benim hedeflerime uygun bir sergi aracı.

TÜRKEVİ’NDE YAĞLI BOYA SERGİSİ

Yağlı boya çalışmalarınızın yer aldığı “Distractions” adlı sergi Türkevi’nde de sanatseverle buluştu. O resimlerinizin hikâyesi neydi?
Bu sergide, büyük çoğunluğunu Kovid döneminde yaptığım, iki farklı koleksiyondan resimlerim yer alıyor. Bir grup resimde kalabalıklar ve o kalabalıkların içindeki bireyler var. Bu resimlerin tamamında ressamın bulunduğu noktayla resimdeki insanlar arasında şeffaf bir nesne var. Bir cam veya bir vitrin gibi. Bu şeffaf nesne, karşımdaki kalabalığı ve o kalabalığın içindeki bireyleri olduklarından daha farklı görmeme neden oluyor. Bir başka deyişle, tesadüfi bir anın çevreye yansımış halini resmetmeye çalıştım. İkinci grup resimde ise bir binanın başka bir bina üzerindeki yansımasını resmettim. Ben bir binaya baktığımda o binaya yansımış başka bir binanın eğri büğrü hallerini binanın kendisinden önce görüyorum. Birkaç adım atıp bulunduğunuz pozisyonu değiştirdiğinizde şekiller daha da değişiyor. Tabii hepsinden önemlisi, günün saatine, güneşin yansımasına göre bu kompozisyonlar değişiyor. Bir şehrin sabit unsurları olması gereken binalar, büyülü bir gerçeklikle sürekli form ve renk değiştiriyorlar. Bu anlardan birini yakalayabildiğimde ölümsüzleştirmek beni mutlu ediyor.